23 Temmuz 2011 Cumartesi

Bir okur olarak Marcel Proust: İnsanlar arasındaki dostluk hava civadır

“Üzücü olan şu: Kayıp Zamanın İzinde'yi okuyabilmek için iinsanların ya hasta olmaları ya da bacaklarını kırmaları gerekiyor.”
Bu sözler Marcel Proust'un doktor kardeşi Robert'a ait. Üç bin sayfadan daha uzun (Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan çevirisi 3026 sayfa) bir roman yazan Proust'un uzun cümleleri de en az eseri kadar ünlüdür. Alain de Botton'un tespitine göre bu cümlelerin en uzunu beşinci ciltte (Mahpus) yer alıyor ve standart ölçüde bir metin olarak dizildiğinde yaklaşık dört metre tutuyor. Böylesine belalı bir yazar, acaba nasıl bir bir okurdu?
Bu soruya yanıt ararken Türkçe'de ilk elden başvurabileceğimiz tek kaynak Prost'un Okumak Üzerine (Notos Kitap) adlı uzun metni.

Proustyen şaşırtmaca

Proust'un akdikenleri Okuma Üzerine'nin satır aralarında da kendini gösteriyor. Okuma üzerine bir çift kelam etmek isterken, çocukluğunun mutfak köşelerini, köyün çiçekli yollarını, parkın aşağısındaki kuğuları, ikindi sofralarını, büyük halanın kimseyle tartışmayı kabul edemeyeceği değer yargılarını uzun uzun anlattıktan sonra “Okumadan söz etmek isterken, kitaplardan başka her şeyden söz ettim” diyor Proust ve özeleştiri yaptığını zannedenleri şaşırtmak için de hemen ekliyor.
“Çünkü okumalarım sırasında benimle konuşanlar kitaplar değildi. Ama belki okumaların bende birbiri ardına bıraktıkları hatıralar, benim okurumda da uyanacaktır. Bu çiçekli ve sapa yollarda zaman kaybetse de okuma adı verilen özgün psikolojik edim, zihinde yavaş yavaş yeniden yaratılacak ve böylece benim belirtmem gereken kimi düşünceleri şimdi kendine aitmiş gibi izleyebilecek güce sahip olacaktır.”
Asıl söylemek istediğini yazmadan önce özeleştiri yapacakmış hissi uyandıran bir girişle okuru şaşırtması (zira Proust asla özeleştiri yapmaz. Becket'in onu 'çalçene kadınefendi' diye nitelemesi boşuna değildir) Proustyen anlatımın tipik bir örneğidir. Okuyan bilir, Proust beklenmedik cümlecikleri ardarda yazarak okuru şaşırtmaktan büyük zevk alır. Şöyle der mesela: “Doktorlara güvenmek en büyük ahmaklık olur, eğer güvenmemek daha büyük bir ahmaklık olmasa.”

Okuyanlar Proust'un dostluğa inanmadığını da çok iyi bilir. Söz konusu dostluk olunca, okuru köy yollarında, sarp kaylıklarda, ırmak kenarlarında, akdikenler arasında dolaştırmadan doğrudan söyler sözünü: “Hiç şüphesiz dostluk, bireyler arasındaki dostluk hava civadır ve okuma bir dostluk biçimidir.”
Ancak Proust'a göre okuma diğer dostluk biçimlerini çirkinleştiren her şeyden bağımsız bir dostluk biçimidir. Üstelik bu dostluğa saygı da gereksizdir: “Moliere'in söylediğine tam tuhaf bulduğumuz ölçüde güleriz; bizi sıktığında sıkılmış görünmekten korkmayız ve onunla birlikte olmaktan gına geldiğinde ne dehası ne de ünü onu aniden yerine koymaktan bizi alıkoyamaz.Bu katışıksız dostluğun atmosferi, sözden daha katışıksız olan sessizliktir. Çünkü başkaları için konuşuruz ama kendimiz için susarız.”

Okur-yazar Proust

Marcel Proust, Okuma Üzerine'de bir okurun yazardan neleri beklemesi (beklememesi de denebilirdi) gerektiğini de anlatıyor.
“Yazarın” diyor “bilgeliğinin bittiği yerde bizimkinin başladığını çok iyi hissederiz ve onun yapacağı tek şey bizim arzu duymamızı sağlamekken, bize yanıt vermesini isteriz:”
Bu cümlenin öncesinde ve sonrasında yazdıklarıyla okur kimliğiyle konuşur gibi görünse de aslında yazar olarak okurdan beklentilerini dile getirmektedir. Proust okumanın pek kolay olmadığının da pekala farkındadır Kayıp zamanın İzinde'nin yazarı, nasıl ki yeryüzünün en güzel parçalarına, saklı cennetlere zorlu yollardan dolaşılarak bir hayli zahmetle varılabildiğinin farkındaysa.
İşte size iki Proust okuma deneyimi. Hem de işi okumak olan iki uzmanın deneyimi. Kayıp zamanın İzinde'nin ilk kitabı olan Swanların Tarafı'nı yayımlamak amacıyla inceleyen yayınevinin editörü tepkisini şöyle dile getiriyor:
“Sevgili dostum, belki ben bir aptalım ama uyumaya çalışan bir adamın yatakta nasıl debelenip durduğunu anlatmak için neden otuz sayfa yazdığını pek anlayamıyorum doğrusu.”
Aynı çalışmayı inceleyen bir başka yayınevi editörünün raporuysa daha çarpıcı: “Anlaşılmaz olaylar içinde boğulduktan, acılar içinde kıvrandıktan, bir türlü yüzeye varamamanın verdiği sinir bozucu sabırsızlık duygusuyla boğuştuktan sonra, nihayet yediyüzyirmi sayfanın sonuna geldiğinde insan, bu yazının ne anlattığı konusunda en ufak ama en ufak bir fikre sahip bile olamıyor. Bütün bu sayfalar ne anlatıyor? Anlamak imkansız. Bir şey söylemek imkansız.”
Bütün yayıncılar benzer tepkiler gösterdiği için Proust, Kayıp Zamanın İzinde'nin ilk kitabı Swanların Tarafı'nı okurlarına ancak kendi parasıyla bastırarak ulaştırabilecektir.

Bir tedavi yöntemi olarak okuma

Bir okuma disiplininden bahsedilebilir mi? Prousta göre hayır: “Bir okuma disiplini yaratmak, sadece teşvik edici bir şeye fazlasıyla rol yüklemektir. Okuma tinsel hayatın eşiğidir, oradaki yolu bize gösterebilir, yolu oluşturmaz.”
Bu cümlelerin arkasından gelen paragrafta ise şunları yazar: “Yine de bazı durumlar vardır, tinsel çöküntülerin patolojik denebilecek bazı durumları, bu durumlarda okuma bir tür iyileştirici disiplin olabilir ve tekrara dayalı teşviklerle tembel bir tini zihinsel yaşama ebediyen dahil etmekle yükümlü olabilir. Bu durumda kitaplar, tembel tin için, bazı siniir hastalarının ruhsal tedavilerine benzer rol oynar.”
Bunalıp yaşama enerjimi yitirmeye başladığım her seferinde dönüp dönüp Nikos Kazancakis'in Zorba'sını okuyan biri olarak bu tedavinin ne kadar etkili olduğunu iyi biliyorum. Şöyle diyor Proust: “Bizim için büyülü anahtarları olan içimizdeki derin, nüfuz edemeyeceğimiz yerlerin kapılarını açan yol gösterici olduğu sürece, okumanın yaşamımızdaki rolü sağıltıcıdır.”

Ruskin'in tilmizi

Prous'tan ve okumadan söz edince Ruskin'e değinmemek olmaz. Yazarımız bu İngiliz eleştirmene yaşamının bir döneminde büyük bir hayranlık besledi. Ruskin'in kitaplarıyla tanışmasını “Evren birdenbire sonsuz bir değer kazandı gözümde” diyerek anlatmıştır. Biraz önce andığım Okuma Üzerine adlı metinin bir bölümü de Proust'un Fransızcaya çevirdiği Ruskin'in Susam ve Zambaklar adlı kitabına yazdığı önsözdür.
Genç Marcel Proust'un yere göğe sığdıramadığı Susam ve Zambaklar'ı büyük bir şevkle elime almıştım. Bu şevkin yerini hayal kırıklığına bırakması uzun sürmedi. Ruskin'in beylik ukalıkları katlanılır gibi değildi. Proust'a bin lanet okuyarak kitabı fırlattım ve bir daha da elime almadım. Zira sonraları Proust da bu yaşlı bilgeden sıkıldı: “Ruskin, ahmakça takıntılı, kısıtlayıcı, yanlış ve saçma sapan şeyler yazıp duruyor.”
Proust, en çok ahkam kesmeyi öğrenmiş olmalı Ruskin'den. Kayıp zamanın İzinde'nin ilk ciltlerinde geniş yer tutan Hugo ve Toltoy'a bile taş çıkartacak ahkam sayfalarının sırrı bu Ruskin hayranlığı döneminde saklı olmalı.



1 yorum:

  1. Okuduğum en iyi Proust yazısı bu. Sevgili Dostu(m)n'la ilgili bu kadar ayrıntıyı bir yazıda görmek çok güzel. Ellerine sağlık.
    İyi ki yazmışsın.

    YanıtlaSil